ben gene metin üstündağ'ın yazılarını
özleyince, asla vazgeçmeden ve pes etmeden.. binbir aramayla bulduğum
denemeyenler adlı kitabını kitaplığımdaki yerinden usulca elime aldım..
denemeyenler'i o vakit kitapçılarda bulamamıştım da çok iyi hatırlıyorum
kadıköy'deki kitapçıya "ne olur bulun" diye yalvarmıştım.. felek hep iyi
insanları çıkarıyor karşıma çok şükür.. kitapçıdaki çocuk, sadece
denemeyenler'i değil, aradığım diğer kitaplarını da bulmuştu bana bir bir.. her
istanbul'a gittiğimde kadıköy'deki sahafa uğruyordum.. her seferinde sevinçten
havalara uçuyordum.. bir ya da iki kitabını bulmuş oluyordu.. çoğu ikinci el
kitaplardı.. olsun.. daha iyi.. birileri okumuş.. onların da ruhları kitaba
sinmiş.. her birini severek okudum.. tekrar tekrar karıştırmayı ve elime almayı
severim.. metin üstündağ bir mizahçı.. karikatürist.. şair.. ayrıca bana göre
memleketimin genç bir bilgesi o.. hiç aklıma gelmeyen ya da unuttuğum ya da
görmek istemediğim şeyleri öyle kendine has bir uslupla anlatıyor ki.. biliyorum
ağzı bozuk biraz.. üstelik okurken insanı kendi usulünde acıtyor.. ben o'nun
yazılarının yüreğime acı kırmızı biber tozu serpmesini seviyorum.. şimdi gözümü
kapıyorum.. kitabından bir bölüm açıyorum.. okuyorum o bölümü.. ve kendi
cümlelerinden alıntılarla anlatıyorum.. aşağıdaki hayvanları en son ne zaman
gördün.. onlar hakkında en son ne zaman düşündün.. bak bakalım bunları biliyor
muydun.. metin üstündağ'ın hayvanlar üzerine denemeyenler ağıtı bu bana
göre..
metin üstündağ kirpi hayvanı'yla ilk kezi daha
çoluk çocukkene, erzincan'ın o uzak dağ köyünde nasıl tanıştığını anlatarak
başlamış yazısına.. arkadaşları, naylon ve yırtık pırtık ayakkabıları ile top
diye oynarlarmış kirpiyle.. kirpi ise darbelerden kurtulmak için başını içeri
çeker, oklarını daha da sivriltmeye uğraşırmış sanki.. ve fakat onun bu nafile
ve çaresiz girişimleri, olası hazin sonunu biraz daha uzatmaktan başka bir işe
yaramazmış.. on üç-on beş yırtık pırtık ayakkabı darbesi sonrası ölürmüş ve
hareketsiz bedeni, henüz canavar olduklarını bilmeyen arkadaşlarının zafer
çığlıkları eşliğinde, bir sopa'nın ucunda, beyaz bir teslim bayrağı gibi kanlı
kanlı dalgalanırmış.. ne feci! çocuklar farkında olmadan bazan ne kadar
acımasız oluyorlar değil mi?
metin üstündağ daha çoluk çocukkene,
çevresindeki bütün hayvanların etinden, sütünden, yününden, derisinden, iç
organlarından ve hatta bokundan bile-tezek olarak- faydalanırken, kirpi, tilki,
yaban domuzu, porsuk türü tırsık hayvanların, bu dünyadaki varlık nedenlerini
bir türlü anlayamadıklarından söz eder. "bazı insanlar neden var" muammasını
büyüklere sorduğunda, hep bir ağızdan veya solo olarak "tanrı'nın bir hikmeti
işte yavrum" diye cevap verdiklerini ama bu cevabın hınzır ve gaddar çocuk
akıllarını asla ve katiyyen teskin etmediğini, aksine bu hayvanların
varolmalarının ille de bir nedeni olması gerektiği, bu hayvanlar kirpi, porsuk,
tilki, yaban domuzu olmayı kendileri mi seçmişlerdi gibi temel çıkmaz sokak
sorunsalına getirdiğini anlatıyor.. yoksul çocukluk.. köyde hayat.. ve böyle
iman gevreten, boş yere nefes tüketen, tuhaf sorular..
metin üstündağ sonra kobay hayvanıyla
istanbul'a taşındığı yıllarda tanışır.. onca hayvan dururken ille de bilimsel
araştırmalarda bilhassa ve ısrarla bir nevi deneme tahtası gibi neden acaba bu
kobay hayvanı kullanılmaktadır.. bu hayvanın bu hallere düşmesinin suçu veya
mucizesi nedir.. acaba bu soruyu şehirdeki büyüklere sorsa gene "tanrı'nın bir
hikmeti işte yavrum" diye mi cevap işitecektir.. bir bilimadamı olan alfred
nobel, icat ettiği dinamit nesnesinin sonradan insanlarca kötü şekillerde
kullanılmasından vicdanen müthiş rahatsızlık duyduğu için vasiyet olarak dünya,
insanlık ve hayat için bir takım güzellikler üreten güzel insanlara teselli
mahiyetinde nobel ödülünü bırakmışken, neden hem bilime hem de bilimsel
araştırmalara bir sürü insanlardan daha çok katkıda bulunan sevgili kobay
hayvanı'na gereken değer verilmemekte, neden anıtı dikilmemekte, neden taş kadar
kıymet i harbiyesi yoktur bu alemde..
metin üstündağ'ın sevgili öküz hayvanı'na karşı
önlenmez hisli duyguları ise sevgili öküz ve boğa hayvanının ayırımına
varmasıyla ayyuka çıkmış.. boğa'nın lime lime iğdiş edilmiş godoş haline
getirilmiş şekline öküz adı verilmektedir.. tarlada, kırda, bayırda daha çok
çalışsın, zerre enerjisini asla ve bilhassa sırnaşma eylemine harcamasın diye
bu yola başvurulmaktadır.. iyi de bu uygarlık ve insanlık delikanlılığı'na sığar
mı.. fakat neden diye sorsa gene bu hazin durumun cevabı "tanrı'nın bir
hikmeti işte yavrum" diye geçiştirilebilir türden bir cevap cümlesi midir
acep..
metin üstündağ bu yazısında hayvanlara reva
görülen bu hunharca ve gaddar uygulamaların en dram derecesi yüksek olanının
katır hayvanına reva görülenidir herhalde diye düşünmektedir.. köyde yaşayıp,
erkek eşek'le, dişi at'ın insaneli yordamı ile çiftleştirilmesinden husule
gelmekte olan katır hayvanı'nın durumuna şahit olan küçük gözlerin daha sonra
tavukların, kedilerin, köpeklerin de hangi iki ayrı hayvanın el yordamı ile
yapılmasından meydana geldiği merakıyla nasıl karman çorman olduklarını
anlatıyor.. katır hayvanı dişi ve erkek ata göre daha sert çizgilere sahip
oluyor, daha çok ağır yük taşıyor, sapa yolları kolay geçebiliyor.. ama
düğünlerde atlar ya da eşekler gibi süslenmiyor.. sadece cirit oynamak, yük
taşımak, sapa yolları çıkmak gibi meşakkatli işler sırasında hatırlanıyor..
anadolu insanı bu durumdan mahçup ve suçluluk duyuyormuş gibi folklorunda da
katıra, katır tırnağı kadar yer vermemişti sanki.. katır üzerine söylenmiş bir
türkü, bir şarkı, onları öven bir söz var mıydı sahi.. herşeyi "tanrı'nın bir
hikmeti işte yavrum" gibi bir cevap doğru olabilir mi? tanrı eşeği eşek olarak,
at'ı at olarak yaratmış.. eşek ve dişi at hayvanından insan eli yardımıyla
nasıl katır diye bir yalnız hayvan husule gelmesine sebep olurlar.. tanrı'nın
kaç iyi kulu bu durum karşısında oturup şöyle iki satır düşünmüştür ki..
metin üstündağ, denemeyenler adlı kitabındaki
kirpi kobay öküz ve katır başlıklı yazısını şu cümlelerle bitirir: "yoksulluğun,
bilhassa yoksul çocukluğun gördüğü, şaşırdığı bu acı sahneler ve bu acı
sahnelerin tıfıl ruhlarda açtığı karmaşık incinmeler, nasıl, nerede ve ne zaman
tedavi edilebilecek ve bu gecikmiş terapi de hayatı nereye kadar hoş tutabilecek
ve neye iyi gelecek ki" böyleyken böyle işte.. metin üstündağ yüreğime acı
kırmızı biber tozu serpti gene..